Öncelikle Hz. Ebu Bekir’in ilk halife olması çok doğrudur. Çünkü peygamber efendimiz, kendi olmadığı zamanlarda namaz kıldırmak için Hz. Ebu Bekir’i görevlendiriyordu. Yaşça herkesten büyüktü ve peygamberimizin de kayınpederi idi. Ayrıca çok serinkanlı ve adil bir insandı. Zaten Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde’den birini önermiş ama Hz. Ömer onun elini kaldırarak halifemiz sensin, Resullullah’a en yakınımız sendin demiştir. Herkeste biat etmiştir. Hz. Ali de gelip biat etmiştir.

Gelelim ikinci hususa. Halifelik şart mıydı? Veya gerekli midir? Peygamberimiz, hadis-i şeriflerinde: “Benden sonra hilafet -veya nübüvvet hilafeti- otuz yıldır.” buyurmuştur (bk. Ebu Davud, Sünnet, 8; Tirmizî, Fiten, 48; Ahmed b. Hanbel, 4/272; 5/220, 221). Çünkü, islamiyetin daha genişleme dönemi, siyasi ve imamlıkta yapacak dini bir lider şarttı. (Sonraki Emevi&Abbasi yani aşiret kavgalarına pek girmeyeceğim. Maalesef, Harici, Sünni ve Şii diye İslam dünyasının üçe bölünmesine yol açan pek çok üzücü hadise gerçekleşmiştir.) Hz. Ebu Bekir’in halifeliği eceliyle vefatı nedeniyle 2 yıl sürüyor ve yerine işaret ettiği Hz. Ömer geçiyor. 10 yıl süren bu dönem ise Hz. Ömer’in tartıştığı biri tarafından öldürülmesi ile son buluyor. Sonrada şura ile (dönemi 12 yıl süren) Hz. Osman seçiliyor.

Halife Osman’da Emevileri kayırıyor. O da katl ediliyor ve bu seferde Hz.Ali halife seçiliyor. Beş yılda onun dönemi sürüyor. Yani toplamda 29-30 yıl. İşte Hz. Muhammed’in büyüklüğü. Düşünün benden sonra 30 yıl demesi ilk dört halife dönemidir. Daha sonra ise, Hz. Osman’ı öldürenlerden hesap sorulmadı diye Emevilerden Şam valisi Muaviye, Hz. Ali’ye karşı çıkar. İdari yönetim Medine’den Kufeye alınınca da müslüman kanı dökülmesine neden olan Sıffın Savaşı ve Hakem Olayı (657) yaşanır. Muaviyede anlaşmaya uymayıp oğlu Yezid’i halife ilan edince de iş çığırından çıkar. Bütün bunlardan anladığımız aslında saltanat gibi bir gelenek ile halifeliğin babadan oğula geçmesi doğru değil. Zorla da alınması doğru değil.

Gelelim ana konumuza yani Halifelik neden aslında Osmanlı’ya zaten geçmemişti. Yavuz, 1517’de aslen Kıpçak Türkleri olan ve Abbasi halifeliğini Kahire’de yeniden kuran Memluk Devletini (1250 kuruluş) sırasıyla Şam, Halep, Kudüs, Gazze Sina Çölüve Kahire olmak üzere iki büyük savaş olan Mercidabık ve Ridaniye zaferleriyle yenmiştir. Mısırdan döndüğünde, kutsal emanetler ile birlikte Halife El-Mutevekkili de getirmiştir. Düşünün halife, Memluk Sultanı değil, Abbasi soyundan bir kişi. İşte o halife Yavuz Sultan Selim ölünce Mısır’a dönüyor ve ölene kadar da Halife ünvanını koruyor. İkincisi yavuz, oğlu Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı devlet yönetimi ile ilgili kayıtlarda hiç halifelikten bahsetmemiştir. Üçüncüsü, Ruslara yenildiğimiz 1774 Küçük Kaynarca savaşına kadar zaten Osmanlı da belgelerde hiç halifelik kullanılmamış. İngilizler bu dönem İslam coğrafyasında etkisi olur diye bize kullandırtmış halifeliği. Özellikle de Orta Asyadaki Türkleri, Ruslara karşı kullanmak üzere. Dördüncüsü Sultan Yavuz dahil bastırılan paralar veya cuma hutbeleri de hep sultan adına halife adına değil. Hatta Abdülhamit dönemi Alman Kayzeri de rüşvetçi ve alkolü seven Abdulhamiti yine halife ünvanını İslam coğrafyasını bu sefer İngilizler aleyhinde kullanmak için uygulatmış. Zaten özellikle Araplardan bizim padişahların halifeliğini gönüllü takan da olmamış. Hatta çoğu Kureyş dışında başka kabileye dahi hak görmez. Beşincisi İslam dininde ruhbanlık yok. Dini bir liderlik makamı da yok. Zaten Osmanlı da fetva yetkisi halife olan padişahda değil, Şeyhulislam da.

Son olarak, Hz. Muhammed’in bile “hilafet benden sonra 30 yıl dediği halifelik makamına çağımızda gerek yok. Çünkü “hilafet” bütün bir ümmeti temsil ettiği için, belli bir ülkede bireysel bir hilafetin olması oldukça zor görünmektedir. İşte bu takdirde manasız, yetkisiz, güçsüz bir isim ve resimden ibaret kalır ancak. Zaten bu asırda, asıl müslümanların kurumsallaşmaları, sahte hadis ve sünnetlerden arınmaları ve mezhep çatışmalarından vazgeçmeleri gerekmektedir.

KISACA ATATÜRK HALİFELİĞİ MECLİS UHDESİNE GEÇİRTMEDI. ZATEN PRATİKTE YOKTU Kİ. ŞARAPÇI VAHDETTİN GİBİ YUNAN’A ÇALIŞAN, İŞGALCİ İNGİLİZLER İLE İŞBİRLİĞİ YAPIP BİR DE ONLARIN GEMİSİNE BİNİP KAÇANLARI HALIFELİĞE LAYIK GÖRÜYORSANIZ BİLEMEM...