1934 yılı Çin’de iç savaş ve emperyalizmle mücadelenin iç içe geçtiği dönemlerdi. Bu dönemde Çinli Komünistler, Mao’nun büyük etkisi altındaydı. Ülkenin başında ise milliyetçi lider Chang Kai Chek bulunmaktaydı. Kiang-si dağlarında Mao Tse Toung önderliğinde 130 bin komünist asker tünellerde kıstırılmış ve geriye ancak 30 bin kadarı kalmıştı.

Mao nun 40 yaşında olduğu bu yıllarda, (hatta dinlenmek için buzlu sularda yüzdüğü söylenir). En çaresiz oldukları anda, Mao düşman birliklerini yaracağız, batıya ve sonra da kuzeye arkadaşlarımızın yanına ulaşacağız dediği anda 12 bin km lik yolu gösteren bir harita çıkarıp, açlıkla boğuşan 30 bin askerine müthiş bir umut aşılamıştı. Hükümet güçleri, ödül avcıları, komünistleri istemeyen milyonlarca çinli arasından geçmeye çalışmak intihar etmek gibi bir olaydı aslında. Nitekim, 30 bin askerden geriye (sürekli savaş, açlık soğuk intihar edenler v.b nedenler) sadece 10 bin kişi kalmıştır. Diğer yandan, Mao’nun saygınlığı, popülaritesi artmış, ona inananlar ve askerleri arasında bir kahraman olmuş, halkında çok büyük oranda desteğini almıştır. Hatta bu yürüyüş olmasa, kesin olarak Mao başa gelemezdi diyebiliriz. Yani “Uzun Yürüyüş’ün” mimarları ve hayatta kalan 10 bin kişi, Çin devriminin ateşleyici kuvvetini oluşturmuştur. Bu arada, Mao cu Perinçek, HDP lileri bahane ederek, milli yürüyüş değil derken belki de neden ben böyle bir şey yapamadım diye kıskanmıştır kimbilir.

Gelelim Gandhi’ye. Ömrü boyunca ırkçılıkla mücadele edip Hindistan’ın bağımsızlığını kazanması için uğraşan Mohandas Karamchand Gandhi, bazı Hint arkadaşları ile 1894’te Natal Hint Kongresi’ni kurdu. Böylece ülkedeki Hindistanlılar bir siyasi çatı altında toplanabilecek, temizlik, sağlık, barınma ve eğitim sorunlarının çözümlenmesi için ortak adımlar atılabilecekti. Gandhi, Güney Afrika’da Asyalı göçmenlere yönelik ayrımcı yasalara da adeta savaş açmıştı. Hindistanlı kadınların ve çocukların parmak izinin alınması, Hıristiyan nikâhından başka nikâh tanınmaması gibi uygulamalara karşı ilk defa sessiz bir “yasalara uymama kampanyası” başlattı ve pasif direniş politikasını hayata geçirmişti. Daha sonra “Satyagraha” diye adlandıracağı bu hareket, hiçbir ayrıcalığı olmayan kitlelerin adalet ararken kullandıkları bir güce dönüşecekti.

Uygulamada, belirli bir kötülüğe karşı kararlılıkla ama şiddete başvurmaksızın direnmeyi öngören Satyagraha, Hint halkının İngiliz emperyalizmine karşı savaşımının temel yöntemi olmuştur. İleride başka ülkelerdeki protestocu gruplar tarafından da benimsenecek Satyagraha, “Ahimsa” (şiddet dışılık) kavramına sıkı sıkıya bağlıydı. Gandhi, Güney Afrika’daki mücadeleleri boyunca elbette birkaç defa tutuklandı. İlk seferinde iki aylık cezası bitip özgürlüğüne kavuştuğunda o artık bambaşka biriydi. Üzerinde kendi eğirdiği ipten yaptığı basit beyaz elbisesi ile çıktı cezaevinden. Gandhi yavaş yavaş sadeleşerek, kişisel özgürlüğünü kazanıyor gibiydi. Gandhi, Güney Afrika’da Hintileri ezen yasa ve uygulamalarla uzun yıllar uğraştı. İki ileri bir geri şeklindeki kazanımlardan sonra 1913’teki yeni baskı tedbirleri bardağı taşırdı. Onun önderliğinde iki bin işçi sınıra yürüdü. Bu protesto ciddi bir kamuoyu yarattı. Güney Afrika nihayet Hintlilere karşı alınan kararları iptal etmek üzere bir komisyon kurdu. Sıra kendi ülkesindeydi.

Ülkesinden ayrılışından tam 21 yıl sonra, 9 Ocak 1915’te Hindistan’a dönen Gandhi’yi on binlerce vatandaşı karşıladı. O Güney Afrika’da verdiği mücadeleler ile artık Hindistan için de simgeye dönüşmüştü. Hint Ulusal Kongre Partisi’ne katılan Gandhi, kısa sürede kolları sıvadı. Kendisini destekleyenlerle birlikte bir aşram (komün) kurdu. Zor durumdaki köylere destek oldu; okul ve hastaneler kurulmasını sağladı. Gandhi artık halk için “Bapu” (baba) ve “Mahatma”ydı (yüce ruh). Köylüler hükümet baskısı ile ezilirken kıtlık bitene kadar vergilerin kaldırılması için uğraşıyor, Britanya’yı Hindistan’ı terk etmeye zorluyordu. I’inci Dünya Savaşı henüz bitmişti ki Gandhi 1919’da Pencap’ta çıkan karışıklıkları bastırmak için hükümete olağanüstü yetkiler veren yasalara karşı çıktı. İngilizlerle çalışmama kampanyası başlattı. Gandhi öncülüğünde protestolar yayılırken, sıkıyönetim ilan edildi ve İngiliz polisi Amritsa’da katliam yaptı. Yüzlerce silahsız insan öldürüldü. Gandhi bu gidişata son vermek için kampanyayı durdurdu. Ama kimse pes etmiş değildi…

Ertesi yıl kocaman bir ateş yakıldı. İngiliz marka kıyafetler cayır cayır yanarken boykot başladı. Böylece Hindular “genel grev” yerine Gandhi’nin çağrı yaptığı dua günü ile gündelik hayatı sekteye uğrattı. Çocuklarını okullara göndermediler, mahkeme kararlarına itaat etmediler. Hindistan’da da pek çok defa cezaevine girip çıkan Gandhi aslında şöyle bir yöntem benimsemişti: Yasakları delip tutuklanıyor, sonra kitleleri eyleme çağırıyordu. Kitleler de yasayı çiğneyip hapse atılıyordu. Bu noktada cezaevinde açlık grevi vesilesiyle kamuoyu yaratılıyordu. Bir süre sonra hapishaneleri kontrol etmekte zorlanan hükümet çaresizlik içinde yasayı kaldırıyordu. Hindistan’ın ve Gandhi’nin tek derdi ne yazık ki bağımsızlık değildi. Gandhi ülkesindeki Hindu ve Müslüman toplulukları için bir arabulucuya dönüştü. Dört sene boyunca diyar diyar gezip uzlaşmalarını istedi. Son çare olarak 1924’te Delhi’de üç hafta süreyle açlık grevine başladı. Kısa bir süre için taraflar uzlaşacak, çatışmalar duracak ama ufak bir kıvılcım kavgayı daha defalarca alevlendirecekti.

Britanya’nın Hindistan’dan vazgeçmesi elbette kolay değildi. 1928’de İngilizler Hindistan’a bir yıl içinde dominyon statüsü verilmesi teklifini reddetti. Bunun üzerine Hindistan Ulusal Kongresi 26 Ocak 1930’da bağımsızlık ilan etti. 12 Mart’ta da Gandhi ve yoldaşları ünlü “Tuz Yürüyüşü”ne başladı. 1762’de hazırlanan Tuz Yasası sayesinde Britanya, tuz tekeline sahip olmuştu. Gandhi için bu yasayı delmek çocuk oyuncağıydı. Hint Okyanusu kıyısındaki Dandi köyüne kadarki 388 kilometrelik mesafeyi 24 günde yürüyen Gandhi, 6 Nisan’da peşinde binler varken sakince kıyıya geldi. Yerden çamura bulanmış bir avuç tuz aldı ve temizledi. Tuz yasası ihlal edilmişti. Çağrısına uyan binlerce köylü de tuz çıkarmaya başlayınca Gandhi istediğini elde etmişti. Bu ihlal nedeniyle 60 bin eylemci hapse atıldı. Ancak yasa işlemez hale getirilmişti bile.

Şubat 1947’de İngiltere Hindistan’ı terk edeceğini açıkladı. Ama ülke Hindistan ve Pakistan olarak ikiye bölünecekti. Gandhi ülkesinin özgürlüğünün tadını çıkaramadan yeniden oruca giriyordu. Çünkü Hindular ve Müslümanlar için acilen barış gerekliydi. 25 Ocak 1948’de Gandhi dini bir törende, sonraki toplantılara herkesin yanında bir Müslüman ile birlikte gelmesini önerdi. Bu teklif onu radikal Hinduların hedefine oturttu. 30 Ocak 1948’de Hindu suikastçı Nathuram Godse 500 kişinin katıldığı dua etkinliğinde namluyu ona çevirdi. Birla Evi’nin bahçesinde gece yürüyüşünü yaparken vurulan Gandhi aynı gün öldü. Ölümünden sonra külleri kaplara konarak, anma törenleri için Hindistan’ın çeşitli bölgelerine gönderildi. Gandhi’nin Güney Afrika’da geçirdiği yıllarda oluşturduğu ideolojisinin temellerini, şiddet karşıtlığı, sivil itaatsizlik, pasif direniş, doğruluk, sadelik, Brahmaçarya ve Hinduizmin mistik öğeleri oluşturmuştur. (Bu arada filmini izleyenlere söyleyeyim sadece senaryo aşaması beş yıl süren ve en fazla flim karesi tüketilen bir flimdir. Biz ne yazık ki müthiş bir prodüksiyonla GERÇEK BİR ATATÜRK filmi çekemedik henüz.

Gelelim Kılıçdaroğlu’na. Hukuksuzluğa, baskılara ve adalet arayışı için yapılan bu yürüyüş, partideki tek adamlığını kesinlikle perçinleyecektir. Sempatizmanları, kişisel oyu artacak ve partisinin de oylarına çok ciddi bir ivme kazandıracaktır. Tamamen barışçıl amaçlarla gerçekleşen bu yürüyüşü destekliyorum. Hem de Aşık Veysel’ den, “Uzun ince Bir Yoldayım ve Selda Bağcan’dan “Yürüyorum Dikenlerin Üzerinde Yaralıyam” parçalarının eşliğinde. Tabii Kemal bey, kongrede söylediği “Dersimli devrimciyim” diyeceğine, “Tuncelili Atatürkçüyüm” deseydi, partisine devrimci, kürtçü, alevi militanlığı yapanları doldurmasaydı, ulusalcıları, Türk milliyetçilerini, Atatürkçüleri partisinden soğutmasaydı. Bugün yüzde kırk oy alan bir lider olabilirdi.

Son olarak, Mao ve Gandhi’ nin yürüyüşlerine ve başardıklarına bakın. Kimbilir bu yürüyüş sonunda gerçekleşecek bir milli uyanış, Hz. Ali’ yi, Hz.Muhammed’in torunlarını katl eden, sözde dördüncü halife benim diyerek dört işareti yapan Muaviye denilen kansızdan ilham alan yine sözde Müslüman olan rant kardeşliğinin, siyasal İslamcıların, o dört parmağı kırar, geldiği yere çöle sürer ve o işareti yapanları da hapise gönderir.