İlk yazımda, cumhuriyet öncesi dönemi incelemiştik. Şimdi sıra geldi, 1923 sonrası döneme. Bakalım o yıllarda nasıl bir Türkiye vardı...

Türk milleti XIX. yüzyıl boyunca sürekli savaşmış, bir cepheden diğerine koşmuştu. XX. yüzyıl başlarında da Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nda çarpışmıştı. Bu savaşlar savunma ve varlığı devam ettirme savaşları idi.

Osmanlı İmparatorluğu bu savaşların büyük çoğunluğunu mağlubiyetle bitirmiş ve ağır yaralar almıştı. Bu savaşlar ülkenin hem maddî kaynaklarına hem de insan kaynağına epey zarar vermişti. Bunların neticesinde Müslüman-Türk unsur yorgun, bitkin; ülke ise harap ve perişan bir haldeydi. Yeni Türk Devleti, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ekonomisi tarıma dayalı, sanayisi tamamen mahvolmuş, altyapı tesisleri çok fakir bir Anadolu devralmıştı. Halk eğitimsiz ve fakir idi. Gayrimüslimler ise tarım dışı sektörlere hâkimdi.

Bu şartlar doğrultusunda. I. Türkiye İktisat Kongresi 17 Şubat- 4 Mart 1923'de İzmir'de toplandı. Kongre'ye tüccar, sanayici, işçi ve çiftçi sınıflarının temsilcilerinden oluşan 1135 delege katıldı. İktisadî gelişmenin devlet desteğiyle yaratılacak bir Türk müteşebbis sınıfına dayandırılacağı kararı alındı ve Türk dinine, milliyetine düşman olmayan yabancı sermayeye karşı olunmadığı ve her türlü ilişkide fazla aracı istenmediği belirtildi. Bununla birlikte, sömürge zihniyetinden kurtulduğumuzu gösteren şu kararları da alabildik; 

-İşletilmeyen madenlerin işler hale getirilmesi ve işletme hakkının Türklere verilmesi. 

-Kendi limanlarımızda kendi bayrağımızdan başkasının ticaret yapmaması ve kabotaj hakkının Türklere verilmesi.

-Millî sanayiinin geliştirilmesi; ticaret, tarım ve sanayii geliştirecek bir gümrük politikasının uygulanması.

-iç sanayii dışa karşı koruyacak yeni bir gümrük tarifesinin düzenlenmesi.

-Türk sanayi şirketlerinde sermayenin en az % 75'nin Türklerin elinde olması.

-Devlet memurları ve askerlerin ihtiyaçlarının yerli üretimle karşılanması. 

-Yerli sanayi ürünlerinin ucuz taşınması.

Kısaca, kongre kararlan özel teşebbüse dayalı, himayeci ve milliyetçi bir iktisat politikası öngörmekte ve devletin özel teşebbüsü korumasını, desteklemesini istemekteydi. Kongre ve genel durum bir yana biz yine asıl konumuza dönelim ve maddeleri sıralamaya devam edelim;

- 1923 yılında, İstanbul’daki tramvay, telefon, su ve elektrik şirketleri ve Aydın demiryolu şirketi gibi bazı yabancı şirketlerle, bunların Osmanlı hükümetlerinden almış oldukları ayrıcalıkları onaylayan yeni anlaşmalar yapıldı. 1924 yılında, yabancıların Türkiye’de belediye sınırları içinde taşınmaz mal edinmelerini sınırlayan yasal engeller kaldırıldı. 1925’de, Osmanlıdan kalan devlet&sanayi işletmelerinin özel A.Ş’lere satılması için çıkarılan kanunda, yabancıların şirketlerde yüzde 49 oranına kadar pay sahibi olmalarına olanak sağlandı.

- 1923’den sonra belirli ürünlerin ithal ayrıcalığı yabancı firmalara satıldı. 1927 yılında tütün ihracatı tamamıyla yabancıların hakimiyetindeydi. Ege ve Samsun yöresinde yabancı firmalar sözleşmelerle ürüne neredeyse tarlada sahip olmaktaydılar. 

- İtalyan Trieste kökenli Sicmat şirketi, pamuklu kumaş üretimi içinde Adana ve Mersin’de tekel konumuna geldi. Şirket pazara İtalyan hükümetinin desteği ile kendi kurduğu üreticiye erken kredi mekanizmasıyla sahip oluyordu.

- Millileştirmeler, 1933 den sonraki yıllarda hız kazandı ve 16 yıl sürdü. Yabancı şirketlere tazminat olarak; 236.5 milyon İsviçre Frangı, 204.5 milyon Fransız Frangı, 34.8 milyon İngiliz sterlini ve 107 milyon TL ödendi. Yıllarca zaten fazlasıyla milleti ve devleti sömürenlere birde bu yöntemle kaynak aktarıldı.

- Yine 1925 yılında, Türkiye'de şeker fabrikaları kuracak şirkete üretim tekeli ve çeşitli ayrıcalıklar tanındı. Belli bir bölgede 25 yıl için şeker fabrikası kurma tekeli alan şirkete, hazine arazisinden bedava fabrika arsaları verilecek, şeker üretimi 8 yıl üretim vergisinden muaf tutulacak, devlet demiryolu ve deniz taşımacılığında özel indirimli tarifeler uygulayacaktı. Ayrıca devlet özel şeker fabrikalarının üretimini, ithal edilen şekerin maliyetine gümrük ve tüketim vergileri ile tekel resmi ilave edilmesiyle bulunacak fiyattan satın alacaktı. Böylece özel şirketlere yüksek kârlılık imkânları sağlandı.

- 1927 yılında yeni bir " Teşvik-i Sanayi Kanunu " çıkarıldı. Bu kanunun sanayi alanında faaliyet gösterecek kuruluşlara sağladığı kolaylıkları ise şu şekilde özetlemek mümkündür:

Sınaî kuruluşların ve müştemilatının kurulacağı belediye sınırlan dışındaki 10 hektara kadar olan hazine arazileri bedava olarak; belediye sınırlan içindeki devlete ait arazi, arsa ve binalar ise bedelleri 10 yılda ödenmek üzere Bakanlar Kurulu kararı ile özel şirketlere devredilecekti. Sınaî kuruluşlar müsakkafât (üzeri damla örtülü olan yerler) vergisinden, arazi vergisinden, kazanç vergisinden, bu vergilerin özel idare ve belediyeye ait kısımlarından; maktu zam vergisinden; belediyelere ait inşaat, buhar kazanları, motorlar ve imbiklerin ruhsatiye resimlerinden muaf tutulacaktı. Sınaî kuruluş kurulması amacıyla çıkartılan hisse senetleri ve tahviller damga resminden muaftı. Sınaî kuruluşların tesis, inşa ve tevsiinde kullanılan her türlü inşaat malzemesi; bu sınaî kuruluşlara ait olarak kurulacak nakliye, yükleme ve boşaltma ve itici güç üretim ve nakil tesisatı için gerekli tüm malzeme, güç araçları ile taşıtlar ve bunların yedek ve yenileme parçalan gümrük vergi ve resimlerinden muaf tutulacaktı. Sınaî kuruluşlara Ticaret Bakanlığı'nın teklifi ve Bakanlar Kurulu kararı ile yıllık imalât değerlerinin % 10'u kadar prim ödenebilecekti.

- Bunların sonucunda ise, bu kanunları çıkaranlar, imtiyazlardan kimleri faydalandırdı dersiniz… Tabiki kendilerini, yakınlarını ve iş ortaklarını faydalandırdı. Bazıları da kendi kapitalist sınıfımızı yarattık ne var bunda bile demiştir. Hatta, birçok hükümet ve meclis üyesi, üst düzeyde bürokrat ve yakınları iş hayatına atıldılar. Bunlar siyasî nüfuzları sayesinde yerli ve yabancı şirketlerin iş takipçiliğini, temsilciliğini yaptılar; hisse sahibi ve yönetim kurulu üyesi olarak faaliyet gösterdiler. Devlet ihaleleri de bazı kişilerin zenginleştirilmesinde önemli bir vasıtaydı. Kamu binalarının, yolların bilhassa demiryollarının yapımı sayesinde birçok insan zengin oldu, servetine servet kattı. Birçok Türk işadamı, ihaleleri alan yabancı müteahhit firmalarına taşeronluk yaparak büyük bir sermaye biriktirdi. 

- Kişileri zengin etmenin bir diğer yolu da İş Bankası kredilerinin dağıtılmasıydı. Siyasî nüfuz kullanılarak İş Bankası vasıtasıyla zengin bir sınıf yaratıldı. Bankanın kurucularından birçoğu banka imkânları sayesinde iş hayatına atıldılar. İş Bankası ile Sanayi ve Maadin bankası özel teşebbüslere kredi vermek ve hatta çoğuna iştirak etmek suretiyle sermaye birikimine önemli katkılarda bulundu. Devlet 1920'lerin sonunda 29 özel şirketin toplam sermayelerinin % 38'ni satın almıştı. Daha sonra pek çok kuruluş özel sektöre devredildi. 

- Devlet, tekel ayrıcalığı vasıtasıyla da bazı kişileri zengin etti. İstanbul ve İzmir limanlarının işletilmesi, şeker ithali ve üretimi gibi konularda özel sermayeli şirketlere tekel hakkı verilerek büyük servetler biriktirilmesine imkân sağlandı.

Sonuç olarak, sadece 1940’lara kadar olan döneme bakmak istedim. Bundan sonrasını ise özetlersem, müteşebbis sınıf yaratacağız diye ve birde küçük Amerika olma sevdasına çok azınlık bir gruba ülkeyi resmen sermaye diye sunduk. O yarattığımız kapitalist sınıfa banka kurma izni de verdik. Akbank veya Yapıkredikoç bunlara örnektir. 

Normalde tek işi bankacılık olması gereken sektördeki aktörlere, vatandaşlardan topladıkları paraları kendi grup şirketlerine transfer imkanı tanıdık. İthal ikameci sistemle, sanayiyi korumaya aldığımız sandık ama “baby sector”ler anlayışını biz dış rekabetten ve haliyle kaliteden yoksun ve pahalı ürünlerin vatandaşlara yıllarca satılması sandık.

Yine tek işi medya olması gereken medya sektörüne de sanayicileri soktuk. Peki ne oldu? 1980’ de ihracatının yüzde 90’ı tarım ürünlerine dayalı bir ülke haline gelmiştik. Hem de 6 milyar dolar civarı. Kısaca, işadamı-bürokrat-politikacı üçgeninde hem beşeri hem de asli kalkınmada çok şey kaybettik.

Ne diyeyim...

1876’ da ki Kanun-i Esasiye göre kurulan Ayan Meclisi'ni oluşturanlarda tımar ve sipahi zenginleri idi, onların torunları toprak reformuna karşı çıktılar hala da çıkıyorlar. Onların devamı olan AKP zihniyeti de hem kendi dönemlerinde 80 milyar dolarlık özelleştirme yaptı. Hem de devlet eliyle tek bir fabrika dahi açmadı.

Kısaca 1980'lere kadar kaymağı yerli kapitalist sınıfımız yiyordu şimdi yabancı çok uluslu şirketler yiyor. Hatta borç sarmalına bakarsak Osmanlı’nın son yıllarına döndük dahi diyebiliriz.