Maalesef siyasetimiz 'dost - düşman' ayrımı üzerinden mücadele sahası. Halbuki 'hizmet' temelli bir çekişmenin yaşanması gerekiyor.

Millete, ülkeye faydası olan, yetimin malına sahip çıkan, iktidar kaynaklarını kendisi ve yandaşlarının zenginleşme aracı olarak görmeyen siyaset anlayışının hakim kılınması ihtiyacımız olan şey.

Bazı dönemlerde iktidarların pervasız yanlışlıkları katlanılamayacak hale geldiğinde deprem etkisi yaratan sonuçlarla karşılaşılır. Öyle dönemlerde, seçmenlerdeki dışlanmışlık ve ezilmişlik hissi doruğa çıkar. Bu durum da seçimlerdeki oy tercihlerine yansıyarak iktidarları yerle bir eder.

1990’lı yıllarda marjinal olarak görülen, etkinlikleri sınırlı olan ve dine, etnisiteye dayanarak siyaset yapan partiler için altın yıllar oldu. 

Refah Partisi, dini öne alan bir anlayışla sosyal adaletçi rolüne soyunarak seçmenden destek aldı. RP, 1995’de, MHP 1999'da beklenmeyen bir oy oranına ulaştı. Merkez partiler tam bir hezimet yaşadı. Bu dönemler popülizmin destek bulduğu dönemlerdi.

 Marjinal partilerin bu yükselişinde aslında temel nedenlerin başında sosyolojik sebeplerin dışında ekonomik nedenler yer alıyordu. Vatandaşların ceplerindeki yangın sandıklara yansımıştı.

Mesela bugünkü iktidarı işbaşına getiren 3 Kasım 2002 seçimlerinde alınan sonuçta seçmendeki fakirliğin, sosyal ve ekonomik çöküntünün etkisi büyüktü. Tepki, protesto, küskünlük diyebileceğimiz bu vakıada seçmenin başkasıyla arasında bir bağ hissederek bir yönelime gittiğini de söyleyebiliriz.

Zira Türkiye'de seçmen birini sevmedikten sonra kolay kolay peşinden yürümemektedir. Seçmenin farklı davranmadan, birilerini parçalamaya karar vermeden önce kendisine umut olabileceğini hissettiği alternatif bir lider bulduğu kesindir.

2002'de seçmenin yarıdan fazlasının daha önceki oy tercihlerinin dışında, farklı bir davranış sergilemesi merkez partilerini baraj altında bırakırken TBMM'ye de sadece iki partinin girmesini sağladı. Ak Parti 3/1 çoğunlukla Meclis'te 3/2 çoğunluğa ulaştı. Seçmenin yüzde 40'lar civarındaki bölümünün oyları temsile yansımadı. 

Kanaatimce, seçmenin 'popülist lider'lere olan muhabbeti ve marjinal partielere ilgisi sorgulanması gereken hususların başında gelir. Seçmenin öncelikle ideolojik bakışla, sığ yaklaşımlarla tercihte bulunma huyunu değiştirmesi önemlidir. Esas olması gereken icraata ve dürüstlüğe bakarak oy kullanmaktır. 

Eski Başbakan Mesut Yılmaz'ı bilirsiniz. Popülist olmadığı için bedel ödedi, haksızlığa uğradı. Ak Parti'ye 16 sene tek başına ülkeyi yönetme yetkisi veren seçmenimizin yaşadıkları ve geldiği manzara herkesin malumu. Mesut Bey'e bir seferliğine tek başına iktidar fırsatı verilseydi Türkiye çok faydalar sağlardı ama seçmen bunu yapmadı.

İşte o Mesut Yılmaz'ın, "Millete hesabını veremeyenlerin devleti yönetmeye hakları var mı?" diye bir sorusu vardı.

Cevabı da kendisi şöyle vermişti:

"Hesabını veremeyeceğim herhangi bir icraatıma şahit olursanız, yine hesabını veremeyeceğim herhangi bir servetimi, varlığımı tespit ederseniz; o zaman 'bu Genel Başkanımızdır, biz ona sahip çıkmak zorundayız' diye düşünmeyeceksiniz. O zaman ANAP'ı benden kurtarmak için mücadele edeceksiniz."

Mesut Yılmaz' hesabını verdi, veremediği şey olmadı. Ama seçmen siyaset sahasını kapattı. Seçmen, hem kendine, hem Türkiye'ye, hem de Yılmaz'a yazık etti.

Darısı bunu yapacak bugünkü siyasetçilere ve seçmene...

Sevgiyle kalın...