Kaldığımız yerden devam edelim...

Bu konuda, bir dizi Birleşmiş Milletler raporu (özellikle de S/2013/345, S/2014/401 ve S/2014/85), İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin, 2013’ten beri IŞİD’le düzenli temas içinde olduğuna dair veriler barındırıyor. İŞİD temsilcilerine göre ilk hedef Şii Hizbullah Grubu ve onun İran yanlısı müttefikleriydi. İsrail’in İŞİD’le işbirliği yaptığına ilişkin bu versiyon bir düzeyde, İsrail’in, Şam Uluslararası Havaalanı yakınlarındaki askeri tesislere hava saldırısı düzenlemesi veya İranlı General Muhammed Ali Allahdadi‘nin Suriye’de öldürülmesi gibi yakın zamandaki gelişmeler tarafından da doğrulanmaktadır. İŞİD, bazılarına göre ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratlarının ortak projesidir diyenler neden haklılar? Şimdi onları inceleyelim. İlk olarak Ebu Bekir el Bağdadi ile başlayalım.

ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA ve ABD Ulusal Güvenlik Dairesi NSA’nın eski ajanı Edward Snowden, Ebu Bekir el Bağdadi’nin Arap değil Yahudi olduğunu söylemiş hatta Bağdadi’nin gerçek adının ise Shimon Eliot olduğunu belirtmişti. Bağdadi’nin bu iddialara kadar ortada sadece 2 fotoğrafı vardı. Birisi Irak hükümeti tarafından yayınlanan, diğeri ABD’nin arananlar listesindeki fotoğraf. Dünya, Bağdadi kendi yüzünü bu video ile gösterene kadar sadece 2 fotoğrafla yetinmek zorunda kalmıştı. Daha sonra Bağdadi, Cuma hutbesi okurken çektirdiği görüntülerini yayınlattı. Ancak Edward Snowden, Bağdadi’ye ait olduğunu belirttiği bazı fotoğraflarda Bağdadi olduğu belirtilen kişinin ABD’li Senatör John Mc Cain ile bir sürü fotoğrafı olduğunu belirtmişti. Peki, kimdi bu terörist Bağdadi? Kendisi ve sözde bakanlarının eldeki fotoğrafları, cezaevlerinde çekilmişti. Yönetim konseyinde bulunan on üç kişinin tamamı Iraklıydı. Bağdadi, 2004’te Felluce direnişinde Bucca cezaevine konuldu. Cole Bunzel “Burada önemli olan şu: Çoğu cihat hareketinin üyeleri, cezaevlerinde çok fazla işkence gören kişilerdi. Zevahiri de işkence gören biriydi. Ancak Ebu Bekir el-Bağdadi için ise bu geçerli değil. Amerikalılar ona işkence yapmamıştı. Hatta ona iyi davranılmıştı.” Bağdadi ile ilgili bir başka iddia ise kendisine beyin yıkama programı uygulanması ile ilgili. İslam ve Arap dünyasıyla ilgili araştırmalarıyla bilinen Dr. Kevin Barrett’in “Ebu Bekir el Bağdadi Kimdir?” isimli makalesinde Bağdadi CIA ve MOSSAD’ın ortak çalışmasının sonucu ortaya çıkarılmış bir figürdü, CIA, Bağdadi’ye Bukka Kampı’nda 4 yıl boyunca özel ilgi gösterdi ve Bağdadi’nin beyin yıkama programına tabi tutuldu” demiştir. “Kuruluş ve Bağdadi’ye Giden Süreç” bölümünde ise Ebu Ahmed takma adlı İŞİD komutanının, Bukka Kampı’nda Bağdadi ile birlikte bulunduğu dönemi anlatırken: Bağdadi’nin karanlık bir tarafı olduğunu, bir şeyler sakladığını ve tüm mahkumlardan uzak durduğunu belirtmiş ve “Bağdadi, kampa ilk geldiği dönemlerde herkese mesafeliydi, uzak duruyordu. Ancak gardiyanlar Bağdadi’ye karşı farklı davranıyordu. Mahkumlar, sorunlarının çözümü için ona gidiyordu. Zaman ilerledikçe kampta birçok şey problem olmaya başladı. Sorunlar çıkarılarak çözüm için Bağdadi’ye gidiliyordu. Bağdadi kampın merkezi konumuna gelmişti. Geriye dönüp baktığımda Bağdadi, bölerek mahkumları fethetme politikasını kullanıp istediklerini yaptırıyordu” dediğini yazmıştır. 

Gelelim İŞİD’in oluşumundaki tesadüfi olaylara ve organizasyonlara;

Camp Bucca Hapishanesi: 100 bin kişinin hapis yattığı söylenilen, en tehlikeli suçluların kaldığı, Kuveyt sınırında bulunan Camp Bucca Hapishanesi. Irak’ın güneyinde Amerikan kuvvetleri tarafından yönetilen bu cezaevi bugünkü IŞİD’i yöneten tepe kadrosunu buluşturdu. Bucca Kampı adlı hapishanede yatan dokuz kişi, hapisten çıktıktan sonra üst düzey IŞİD komutanı oldu. IŞİD’in lideri Bağdadi de bu hapishanede 5 yıl kaldı.  

Üç ülkenin istihbarat birimleri IŞİD için “Arı Kovanı (Hornet’s Nest)” stratejisi izlemiştir. Bu stratejinin amacı bütün radikalleri bir araya toplamaktı. IŞİD’e katılımın birkaç yıl boyunca engellenemediğini veya desteklendiği nettir. Bu radikal sünni islamcı grupları kullanmak o kadar kolaydı ki. Görevlerini yaptılar ve yavaş yavaş imha edildiler. Çünkü,  İsrail devletinin güvenliğini sağlamanın yolu, Suriye’yi parçalamaktır. İŞİD projesi bu yüzden uygulandı. 

İran Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzabadi de IŞİD’in, ABD ve İsrail tarafından Siyonizm’in çıkarlarını korumak için oluşturulduğunu söylemişti. 

Gazeteci, yazar ve stratejik risk danışmanı olan William Engdahl da IŞİD’in, CIA ve NATO projesi olduğunu söylemişti.

Profesör Michel Chossudovsky de IŞİD’in bahsettiği “Sünni Halifelik” planının aslında ABD’nin projesi olduğunu söylemişti. 

Brad Parks, “Irak’taki ABD cezaevleri, IŞİD’in yaratılmasına nasıl yardımcı oldu?” isimli yazısında Bukka kampındaki ortamı ve Bağdadi’nin hükümlüleri nasıl etrafında topladığını ve IŞİD’e giden süreci anlatmıştı. 

1989 Körfez Savaşı’nda Amerikan Deniz Komandosu olarak görev yapmış Kenneth O’Keefe, Rusya’nın RT kanalına yaptığı açıklamalarda İŞİD (ISIS)’in, açılımının İsrail Gizli Haber Alma Servisi (Israel Secret Intelligence Service) olabileceğini söylemişti. O’Keefe “El-Kaide, El Nusra, İŞİD bir kez bile İsrail’e neden saldırmadı. Bırakın saldırmayı İŞİD militanları İsrail’de tedavi ediliyor” demişti. O’Keefe’nin açıklamalarındaki İŞİD’in İngilizce açılımı kısmını komplo teorisi olarak görmek mümkün ancak ikinci kısmı yalanlamak mümkün değil. 

İsrail Tikun Olam internet sitesinin haberine göre: İsrail Savunma Eski Bakanı Moşe Yaalon, Nisan 2017’de katıldığı bir etkinlikte, IŞİD’in İsrail’den özür dilediğini söylemişti. Yaalon, bunun İsrail için küçük düşürücü bir şey olacağı için medyadan gizlenmiş olabileceğini de eklemişti. Bu özrün Kasım 2016’da Golan Tepeleri’nde devriye görevi yapan İsrail askerlerine IŞİD militanlarınca hafif silahlarla ateş açılması için gelmiş olması yüksektir.

İsrail’in Suriye’ye yönelik hava saldırılarının ise sadece Esad birliklerini ve Esad yanlısı Hizbullah’ı hedef aldığını, İŞİD’in hiç vurulmadığını söyleyelim. “Şam Araştırma Merkezi’nden Stratejist Türki El Hasan’a göre ABD, İŞİD’i vurmak istemiyordu. Yine Hasan’ın iddiasına göre ABD, Rakka’dan çölü geçerek Palmira’ya giden İŞİD konvoylarını vurmadığı gibi Suriye uçaklarının vurmasını da engelledi. Hasan aynı durumun Deyrizor Meyyadin bölgesinden hareket eden IŞİD konvoyları için de yaşandığını söylemişti. ABD, 2003’te Irak ordusunu kolayca havadan yok etmesine rağmen İŞİD’i bir türlü yok etmiyor, edemiyor. İddiaya göre ABD, İŞİD’i yok etmek yerine örgüte bir sınır çiziyor ve aşmamasını sağlıyor.”

Burada en çok dikkat çekilmesi gereken ülke Suudi Arabistan’dır. İŞİD’e parasal desteğin yanında militan temin ettiği de söylenmektedir. Ali Poyraz Gürson’a göre, Suudi Arabistan hapishanelerindeki mahkumlar İŞİD’e katılmaları karşılığında affedilmekteydi. Bu durum 2014 başlarına kadar devam etmişti.

İŞİD uzmanı olarak bilinen Dr. Hişam el Hâşimî, Ağustos 2014’te örgütün militan sayısının 30 bin ile 50 bin kadar olduğunu söylemişti. Ayrıca, İŞİD’in militan sayısına yönelik ilk resmî açıklama CIA’den geldi. CIA Eylül 2014’te koalisyon saldırılarının başlamasıyla açıklama yaparak örgütün 20 bin ile 31 bin 500 kadar militanının olduğunu söylemişti. 

İŞİD, Haziran 2014’te Bağdat’taki Mutanna kimyasal silah tesisini ele geçirdiğinde aralarında sarin gazı ve hardal gazı yüklü 2500 füzenin de bulunduğu çok sayıda sinir gazı kalıntılarını da sahip olmuştu. Nedense ABD ve BM depodaki mühimmatların bozuk olduğu için örgütün kullanmasının mümkün olmadığını söylemişti. Ama İŞİD’in, Peşmergelerle girdiği çatışmalarda attığı 45 havan topunun başlığının hardal gazı taşıdığını Peşmerge komutanları ve ABD doğrulamıştı.

2005-2010 yılları arasında örgütün gelirlerinin sadece % 5’ini bağışlar oluşturuyordu. Geriye kalan gelirler Irak içinde karşılanıyordu. Militanların; adam kaçırma, uyuşturucu ticareti, tarihi eser kaçakçılığı, esir alma gibi faaliyetlerinden elde ettikleri gelirin % 20’sini örgüt merkezine gönderme zorunluluğu bulunuyordu. Merkez bu paraları yeni saldırılar için tekrar birimlere aktarıyordu. Birçok yerde geçen iddiaya göre kara para aklama işi ABD kontrolünde Suudi Arabistan başta olmak üzere Kuveyt, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin zenginleri üzerinden gerçekleşiyordu. 

Örgütün finansal merkezi ise 2014’te ele geçirdiği Musul’du. Musul’da ele geçirilen silah ve paraların değerinin 1,5 milyar dolardı. İşte bu paranın yaklaşık yarım milyar dolarını Irak Merkez Bankası’ndan çalınan nakit para oluşturuyordu. Örgütün en büyük gelirini ise petrol satışı sağlıyordu. Örgüt varili 25-45 dolardan günlük 2 milyon dolar civarında bir gelir elde ediyordu. Daha sonra Suriye ve Irak’ta topladığı altyapı vergileri gelmekteydi. Örgüt, Suriye’de elinde tuttuğu barajlardan hem Esad rejimine hem de halka elektrik satmaktaydı. Hakimiyeti altındaki bölgelerde ithalat ve ihracattan gümrük vergisi almaktaydı. İŞİD’in elinde bir dönem 24 adet banka oldu ve bu bankalar uluslararası işleme de açıktı. Bu iddia Fransız terör uzmanı Jean Charles Brisard’a aittir. Arturo Munoz “Bu olayları engellemenin kolay olması lazım. Bunun için gerekli araçlarımız var. Musul’daki tüm bankaların IŞİD tarafından kontrol edildiğini biliyor olmamız lazımdı. Terör finansmanlarının tespit edilmesi, hem FBI’ın hem de Hazine Bakanlığı’nın çalışma alanı kapsamındadır.” İŞİD, bir dönem Suriye petrolünün % 60’ını, Irak petrolünün ise % 10’unu elinde bulundurdu. Böylece  o dönemde dünya petrol üretiminde 40. sırayı gördü. AB Irak büyükelçisi Jana Hybaskova, AB parlamentosundaki konuşmasında, Avrupalı devletlerin de bu petrolden satın aldığını iddia etti. Bir başka iddiaya göre de Irak ambargosu sırasında, bölgedeki uluslararası petrol şirketleri nasıl el altından petrol satışı gerçekleştirdilerse, bugün de durum aynıydı. Çünkü dünyada kullanılan petrolün menşeini tespit edecek bir araç yoktur. 

Gelelim idari yapısına: Örgütün yönetim şeklini oluşturan ve lideri Ebu Bekir el Bağdadi’nin altında bulunan 4 meclis vardı: Şer’i Meclis, Şûra (Danışma) Meclisi, Askeri Meclis, Güvenlik Meclisi. Bu dörtlü ana meclis sistemi örgütün vilayetlerini (illerini) yöneten valilerine ve ilçelerini yöneten liderlerine bağlı olarak da oluşturulmuştu. Örgütün, Bağdadi’nin örgüt liderliği dışında; Genel İdare Bakanı, Savaş Bakanı, Enformasyon Bakanı, Sosyal Hizmetler Bakanı, Irak lideri, Suriye lideri, Libya lideri, Askeri lideri, Şehit yakınlarından sorumlu kişi, patlayıcılardan sorumlu kişi ve tutuklulardan sorumlu kişi olarak yönetim kadrosu bulunmaktaydı.

İŞİD’in ele geçirdiği bölgelerde izlediği politikalar da diğer örgütlerden farklılaşmaktaydı. Zira örgüt, kendini ilan ettiği gibi bir devlet edasıyla çalışmıştır. İŞİD, ele geçirdiği bölgelerde elektrik, su ve kanalizasyon gibi altyapı hizmetlerine ciddi bir yatırım yapmakta ve bu hizmetlerde insan istihdam etmekteydi. Ayrıca; toplu taşıma, sağlık, yargı ve belediyecilik alanında da hizmet vermekteydi. Bu hizmetler için her eyalete bir emir atanmış ve bir bakanlıkla hizmetler yönetilmeye başlanmıştı. Oluşturulan polis gücüne şeriat eğitimi verilmekte ve fakirlere erzak dağıtımı yapılmıştır.

Bölgede yıllardır süren çatışmalardan bıkmış sivil halk İŞİD’le gelen bu yalancı bahara sarılmış ve İŞİD’i kurtuluş olarak görmüştür. Halkın bir kısmı, İŞİD’e bağlanıp uygulamalarını kabullenmiştir. İŞİD bu sayede elindeki bölgelerde uzun süre tutunabilmiştir. Ayrıca örgütün un, su, elektrik gibi hayati şeyleri kendi denetimine geçirmesi halkı mecburen itaate iten nedenlerdendi. Tabi her an infaz edilme korkusuyla yaşayan insanların ne kadarı kendi isteğiyle İŞİD’in hakimiyeti altında yaşamıştır bilinmez. İŞİD, işgal ettiği bazı bölgelerdeki halkı sürmekle birlikte bazı bölgelerde ise sivilleri kendi güvenliği için elzem görüp bölgeyi terk etmelerini engellemiştir. 

En güçlü dönemi olan 2015’te 250 bin kilometrekareyi elinde bulunduran örgütün hakimiyetindeki yerlerde 10-15 milyon arası bir nüfus bulunmuştur. 250 bin kilometrekarelik alan Büyük Britanya büyüklüğündedir. Rusya’nın hava operasyonlarına ve fiili olarak müdahaleye dahil olmasının ardından ve ABD’nin bir nevi ÖSO’yu ikinci plana atarak Suriye’nin kuzeyinde terör örgütü YPG’yi desteklemeye başlamasının ardından IŞİD toprak kaybetmeye başladı. ABD, ÖSO’yu da güneyde Ürdün üzerinden destekleyerek 2017’de Suriye’nin güney çizgisini IŞİD’ten temizledi. Örgütün 2017 başında elinde kalan toprak 60 bin kilometrekare olarak açıklandı. ABD ve İsrail’in planı da zaten buydu yani, önce İŞİD ile bölgeleri ele geçir, İŞİD’i kullan ve yok edilecek bir canavar olarak göster ve sonra da o bölgelere ilk baştan beri planlanan şekilde PYD’ li güçleri yerleştir. İlerleyen bölümlerde bu konuya daha ayrıntılı değineceğim. 

Council on Foreign Relations yazarı Graeme Wood, “İŞİD modelinin temeli, kaos ortamlarını tespit etmek ve onlardan yararlanmak üzerine kuruludur. Günümüzde bu kaos ortamlarını, Müslüman ülkelerde oluşturmak maalesef çok kolaylaştı. İŞİD gibi terör yapılarının, bu kaos ortamını görmesi ve harekete geçmesi çok kolaydır. Biz size bir alternatif oluşturabiliriz. Bir toplumu yönetmedeki en kabul görmüş reçeteye sahibiz. Eğer Suriye ve Irak’a bakarsanız, bizim kontrolümüzde yaşamanın ne anlama geldiğini çok iyi görebilirsiniz”, demiştir. 

İŞİD terörü, 26 Haziran 2014 tarihi itibari ile Fırat ve Dicle’yi de büyük oranda ele geçirdi. 28 Haziran 2014’te de sözde hilafet ilan etti. Arturo Munoz  “Aslında 2010 yılında bir bildiri yayınlamışlardı. Hitler de Mein Kampf’ı yayınlamıştı. Alman General Hans da Rusya işgalinden önce, Rusya’nın İşgali isimli bir kitap yayınlamıştı. Genellikle muhalifler ya da düşmanlar, niyetlerini önceden yazıp, yayınlarlar. İŞİD de tüm plan ve hedeflerini zaten kamuoyuyla önceden paylaşmıştı. Yani bunlar gizli değildi. Gizli bir örgüt diyemem. Çünkü son derece açıklardı. 2010 yılında her şeyi kamuoyuyla paylaşmışlardı. Buna hilafet fikri de dâhildir.” 

ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Ryan Crocker’e göre, İŞİD, El-Kaide’nin yeni bir sürümüydü ve eskisine hiç benzemiyordu. ABD Merkez Komutanlığı Özel Harekâtlar Komutanı General Michael K. Nagata ise, “Biz bu ideolojiyi henüz yenemedik. Nasıl yenelim ki? Daha ideolojisini bile anlamış değiliz.” demiştir. Ağustos 2014’te IŞİD, Sincar’ı aldı. Yüzlerce Ezidiyi katletti ve kaçırdı. İŞİD teröründen kaçan Ezidiler, yollarda açlıktan ve susuzluktan öldüler. Kaçırılan kadınlar zorla evlendirdi. Köle yapıldı ve pazarlarda satıldı. Dünya medyası uzun süre, onun ne olduğundan çok, vahşet haberleriyle ilgilendi. Graeme Wood “İŞİD dehşet verici görüntüleri gösterirken, ne yaptığını çok iyi biliyor ve dünyanın nasıl bir tepki göstereceğini de. İnsanların bu görüntülerle dehşete düşmesini ve büyük bir öfke duymasını istiyor. Zaten bunu daha fazla insanı düşman saflarına çekmek için yapıyor. Özellikle de ılımlı Müslümanları ya düşmanlarının safına itmek ya da kendi cephesine çekmek istiyorlar. Bundaki amaçları ise orta tercihleri ortadan kaldırmak ve insanları bir seçim yapmaya mecbur etmektir. Böylelikle de insanların zihninde sürekli yer işgal etmeyi ve gündemde kalmayı amaçlıyorlardı.”

İŞİD, PYD İŞBİRLİĞİ 

Şimdi de hem bu işbirliğine hem de Türkiye açısından işin Siyonist planına bakalım. Öncelikle, Irak’ın kuzeyinde oynanan oyunların başka bir boyutunun Suriye’nin kuzeyinde oynandığını bilelim. Çünkü, Suriye’de “İsrail el altından Kürt gruplarına yardım etmektedir. İsrail, Suriye’de kendisine bağlı bir Kürt grubunun bulunmasını arzu eder. Kuzey Irak’ta bu gayretlerini gördük. Aynı şeyin Suriye’de olmaması için hiçbir sebep yoktur. İsrail, Kürt gruplarının avantajlı durumlarından her zaman yararlanabilecektir. İsrail gün geldiğinde kendi payına düşeni alma derdinde. Suriye kaça bölünürse bölünsün İsrail’in buradaki hakları hep muhafaza edilecektir. İŞİD’in davranışı bazen bir yerlerden alınan direktifleri yerine getirme şeklinde. Yani ne yapıyor: IŞİD, bir bölgeye saldırıyor, sonra geri çekiliyor. Sonra çekilen ve boşaltılan yere PYD yerleşiyor. Bu durum bir değil, iki değil onlarca kez yaşandı. Bunun üzerinde durmak gerekir. Birbiriyle savaşıyor görünen gurupların, anlaşmalı bir şekilde savaştıkları görüntüsü oluşuyor. 

İŞİD saldırıları en çok PYD’nin işine yaramıştır. İŞİD’in PKK/PYD’ye verdiği faydayı bugüne kadar hiç kimse vermemiştir. Bu arada; Türkmenler başta olmak üzere bölgedeki bütün iyi niyetli halklar yurtlarından çıkarıldı. Bu aslında bir oyundu. PKK’nın Suriye’nin kuzeyine yerleşmesi için sinsice planlanmış bir oyundu. PKK, burada devletleşirse bu en çok kimin işine yarar? Tabi ki İsrail’in.” Jerusalem Post'ta Yossi Melman analiz yazısında, İsrail'de "yasadışı" sayılmayan İŞİD'in, İsrail İç İstihbarat servisi Şin Bet'in önerisiyle "yasadışı" ilan edilmesinde bu denli geç kalınmasının "bürokratik unutkanlık"tan öte olmadığı savunuldu. İsrail'in terörle mücadelenin bir cephesinde olduğu söylenirken, "yaratıcı karşı-terör" ve güvenlik metotları, doktrinleri ve önlemleri konusunda on yıllardır faaliyet yürüten İsrail'in, İŞİD konusunda "uyan" çağrısına ihtiyacı bulunmadığı iddia edilirken, "Gerçek şu ki, İŞİD şu anda İsrail'in güvenliğine yönelik ciddi bir tehdit oluşturmuyor" denildi.

Son olarak, İŞİD ve benzeri yapılar demokrasi ve islam düşmanıdırlar. Mezhep kavgaları ile İslam dünyasını bölmek tek amaçlarıdır. Müslümanları, bulundukları ülkelerde oy kullanmamaya çağırdılar. Böylece insanları, sistemin dışına çıkartmayı istediler. Aynı Zerkavi gibi. Zerkavi de Irak’ta, seçimleri boykot etmeye çağırmıştı. Stratejisini de yazmıştı. İŞİD de aynı yolu izledi. Bu şekilde Sünniler iyice sistemden çıkacaklar ve Şiilerin elinde yok olma hisleriyle mezhep savaşı çıkacaktı. Müslümanların arasında mezhepsel ayrımcılık yaratıp, bu sayede yarattıkları kaos ortamından faydalanmaya çalışan yapıların hedefi, Müslümanları gelişmiş dünyanın dışında tutmak ve sürekli terör ile bir İslamafobi yaratmaktır. İslam dünyasına en çok zararı da, Müslüman maskesinin altına saklanan bu yapılar vermektedir. Bakınız, İŞİD, İsrail’e hiç saldırmadı. Halifeliğe soyunuyor, İslamcı olduğunu iddia ediyor, ama konu İsrail olunca hiç konuşmuyor. Bunlar bir araya konması gereken faktörler. Akla şu soru geliyor: İŞİD’in arkasında kim var, kim ona yardım ediyor ki, böyle bir davranış içerisine giriyor? Niçin İslam düşmanı İsrail’e saldırmıyor?” Çünkü, MOSSAD, CIA gibi istihbarat örgütlerinin, Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD kontrolünde bir devlet kurdurmak istedikleri çok açıktır. Irak’ta kurulmak üzere olan Kürdistan’dan sonra Suriye’nin doğusunda yeni bir devlet kurulmak isteniyor. Mümbiç’in doğusuna girmemize ABD bu yüzden engel olmuştur.  Bu yapıldıktan sonra sıra İran’a ve en sonunda da Türkiye’ye gelecektir. 30 yıl sonraki hedef Türkiye’dir. Böylece, önce Büyük Kürdistan kurulacak sonra da o devlet İsrail’e bağlanacak. Plan budur. Yani asıl amaç Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün bozulmasıdır. Parçalı ve istikrarsızlaştırılmış devletler ile dolu bir Ortadoğu coğrafyasının İsrail’in politikalarına fayda sağlayacağı kesindir. Siyonist güçler burada güçlü bir Türkiye ve ümmet bilinci ile hareket eden Müslüman ülkeler istemiyor. Ayrıca, İsrail, PKK kontrolünde kurulacak bir devletin doğal kaynaklarından da faydalanmak istiyor.