Genelde, harcama değiştirici politikalara yönelik analizlerde para ve maliye politikalarının etkileri uluslararası mal akımları yönünden, yani dış ticaret dengesi açısından ele alınır. Bu analizlerde bir bakıma eksik bırakılır. Çünkü bu politikaların ülkeye yabancı sermaye giriş ve çıkışları üzerindeki etkileri dikkate alınmaz.

Ödemeler bilânçosu dengesi, dış ticaret akımları kadar ülkenin sınır ötesi sermaye akımlarından da etkilenmektedir. Özellikle günümüzde yaşanan küreselleşme hareketleriyle birlikte, dünyanın belli başlı mali merkezleri arasında büyük bir bütünleşme sağlanmıştır. Artık, yerli fon sahiplerinin yabancı menkul değer satın almaları veya fonlarını yurtdışındaki bankalarda tutmaları oldukça olağan karşılanır duruma gelmiştir.

Bu konuda sermaye sahibinin eğilimini belirleyen ana faktör uluslararası yatırım gelirlerinde oluşan farklılıklardır. Mesela, bir ülkede faiz oranları yükseltilirse (risk düzeylerinin aynı olması varsayımı altında) uluslararası fonlar o ülkeye doğru akmaya başlar ve sözü edilen ülkenin sermaye dengesinde fazlalıklarla oluşur. Naci Ağbal’ın MB başkanı olarak, göreve gelişi ve faizlerin artması ile yaşananlar bunlara örnektir. Bu açıdan, sermaye dengesi fazlalıkları ülkenin ticaret dengesi açık verse bile, genel olarak dış ödemeler dengesini iyileştirici etkide bulunur.

Diğer yandan, para politikası ile maliye politikasının sermaye bilânçosu üzerindeki etkileri, risk düzeyleri veri kabul edildiğinde bunların yurtiçi faiz oranlarını ne şekilde değiştireceğine bağlı olmaktadır. Modern makro ekonomide, denge milli gelir düzeyi ve faiz oranının belirlenebilmesi için mal piyasası ile para piyasası birlikte hesaba katılmalıdır. Bir faiz oranının denge faizi olabilmesi için, bu faiz oranının hem mal hem de para piyasalarında aynı anda milli gelir dengesini sağlamış olması gereklidir.

Kısaca, para arzındaki bir genişleme faiz oranlarını düşürücü bir etki doğurur. Bu durum ülkeden sermaye çıkışını teşvik eder. Tersi durumda, sıkı bir para politikası söz konusu ise, faizler yükselir ve ülkeye yabancı sermaye girişi artar. Bunlarla birlikte, sözkonusu durumlarda önemli bir nokta, bahsedilen ülkelerin yabancı sermaye hareketleri tarafından nasıl görüldüğüdür. Faiz oranı farklılıkları birinci derece önem taşımasına rağmen risk analizleri de yabancı sermaye çekmek için önem arz etmektedir. Böylece bu sermaye girişleri ile dış açıkların kapanması mümkün olabilmektedir. Şüphesiz uluslararası sermaye akımları, faiz oranlarındaki farklılıklar kadar ülkelerin risk düzeylerinden de etkilenmektedir. Yani, siyasal ve ekonomik açıdan riskli ülkeler yüksek faizler sunsalar bile yatırımcılar tarafından tercih edilmezler.

Ayrıca, faiz oranlarında gerçekleşen bir artış sonrası beklenen durum, yatırımların kısılması ve neticesinde toplam harcamalarda ve milli gelirdeki düşüşler olarak ortaya çıkar. Eğer ülke dış açıkla birlikte işsizlik içerisinde bulunuyorsa, sıkı bir para politikası dış denge üzerinde olumlu, iç denge üzerinde olumsuz etkiler doğuracaktır. Günümüzde ülkemizde yaşaşn ve önümüzdeki 2 yıl boyunca yaşanacak olan durumda budur. Dolayısıyla bu durumda iç ve dış denge amaçları arasında bir çelişki oluşur.

Diğer taraftan ekonomide bir dış açık ile birlikte, enflasyon sorunu olduğunda; hem para politikası hem de maliye politikası daraltıcı olarak uygulandığında, iç ve dış denge üzerinde olumlu sonuçlar elde edilebilir. Yani aynı anda çözüm mümkün olabilmektedir.

Velhasıl, para arzı sabitken bir ekonomide genişletici mali politika uygulanması faiz oranını yükseltici, daraltıcı mali politika uygulanması da faiz oranını düşürücü yönde etkileyecektir. Bu beklenen bir sonuçtur. Çünkü, örneğin kamu harcamaları arttırılması ve vergilerin azaltılması durumunu ele alalım. Bu durumda toplam talep ve dolayısıyla, ekonominin eksik çalışma içinde bulunması varsayımı altında, milli gelir yükselecektir. Yükselen bir gelir düzeyinde ise bireyler gerekli harcamaları yapabilmek için daha büyük ölçüde nakit paraya ihtiyaç (reel para talebi artışı) duyacaklardır. Bunun anlamı da faizlerin yükselmesidir. Eğer ekonomi işsizlik içinde bulunuyorsa bu kez kamu harcamalarının arttırılması bu sorunu çözüme kavuşturabilecektir. Diğer yandan faiz oranlarında meydana gelecek yükselme, ülkeye yabancı sermaye girişini özendirecek ve dış dengeyi etkileyecektir.

Dahası, işsizliğin yanında dış açık sorunları da varsa, genişletici bir mali politika hem iç (işsizliğin azaltılması) hem de dış (ödemeler bilançosu) dengenin aynı anda sağlanması yönünde fayda sağlar. Oysa işsizlik yanında ekonomide dış fazla sorunu varsa, bu durumda ise üstte bahsedilen çelişki söz konusu olacaktır. (iç denge sağlanırken, dış denge olumsuz etkileniyor)

Son olarak, bu çelişkili durumlardan kurtulmanın yolu her politika aracını en etkili olduğu amaç doğrultusunda kullanmaktan geçer. Örneğin, mali politikanın genellikle iç talebe yüksek derecede katkıda bulunduğu, faizleri değiştirerek sermaye akımlarını etkileme rolünün ise daha önemsiz olduğu bilinmektedir. Bu açıklamalara istinaden anlaşılıyor ki, maliye politikası iç dengeyi sağlama amacına yönelik kullanılması tercih edilmelidir. Para politikası ise faiz oranlarını değiştirerek sermaye giriş ve çıkışlarını etkilemede daha büyük role sahiptir. Diğer yandan faizlerin bu şekilde değiştirilmesinin yatırım harcamalarını teşvik etme ve caydırma konusunda daha az etkili olduğu söylenebilir. Bu yüzden de para politikasının dış denge açısından kullanılması tercih edilmelidir. Neticede “tahsis kuralı” adı verilen üstteki bilgiler ışığında, maliye politikası iç ekonomik denge, para politikası da dış ekonomik denge amacıyla uygulanmalıdır. Bu doğrultuda belirlenecek politikayla iç ve dış denge arasındaki çelişkinin giderilmesi bir nebzede olsa mümkün olabilir.