Öncelikle Türkçe dünyanın en eski dilidir. Özelliklerine gelirsek; Türkçe sondan eklemeli bir dildir. Köklere ekler getirilerek terimler ve yeni sözler türetilebilir. Sözleri birleştirerek yeni terim ve sözler de türetilebilir. Ad veya eylem köklerine getirilen yapım ekleriyle türetme yapılabilir. Kökler ad veya eylem köklerine getirilen yapım ekleriyle türetme yapılabilir. Kökler, ad ve eylem köklerinden oluşur. Ek almış bu köklere gövde denir. Bu gövdelere de yeni ekler getirilerek yeni söz ve terimler türetilebilir. Türkçe’nin diğer bir özelliği de, birkaç söz dışında türetme dışında kökte değişiklik yaşanmamasıdır. Bu özellikler Türkçe’nin dünyadaki gelişmeye en uygun dil olduğunu gösterir. Bilim ve bölge ağızlarındaki söz varlığına bakacak olursak, Türkçe de yeni terimler türetebilmek için binlerce kök ve gövde bulunduğundan, olasılık olarak milyonun üzerinde yeni söz ve terim türetilebilir. Türkçe de harfler yazıldığı gibi, cümle içindeki kelimelerde yazılma sırasıyla okunduğu için okuma, yazma ve konuşmada büyük kolaylık getirmektedir. Ve bu özelliği ile de akıcı ve ahenkli bir dil özelliğindedir.

Tarihi geçmişine göre ise; Türkçe dünyanın en eski dilidir. Dünyanın geneline bakacak olursak, bütün dillerin ana dilidir. Türkler binlerce yıl içinde dünyanın her bölgesine göç ederek dillerini de beraberinde götürmüştür. Zaman geçtikçe yeni kelimeler ilave oluyor ve yeni lehçeler ortaya çıkıyor, bu lehçeler bir zaman sonra yeni bir dil haline gelebiliyor. Bir dilin ne kadar eski olduğu ne kadar çok lehçeye ayrıldığıyla ölçülür. Diğer yandan, bilim adamlarının yıllarca yaptıkları araştırmalar sonucu, Sümerce’nin Türk dili olduğu kesin olarak ispatlanmıştır.

Sümer ve Türk dilleriyle ilgili; 1947 ve 1989 yılları arasında araştırmalar yapan, araştırmaları dünyaca kabul edilmiş, değerli dilcimiz Prof. Dr. Osman Nedim Tuna, “Sümer ve Türk dillerinin Tarihi İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi” isimli Türk Dil Kurumu tarafından 2011 yılında basılan kitabında Türk Dili’nin yaşını şöyle açıklamaktadır: “Türk Dili’nin zamanımızdan 5 bin 500 yıl önce müstakil ve iki kollu bir dil olarak varlığı ispatlanmıştır. Eğer doğuştan Sümerlerle temasa geldikleri zamana kadarki çözülme hızı sabit ise, İlk Türkçe veya Ana Türkçe’nin muazzam bir zaman önce yaşamış olması gerekir. Çünkü Ana Türkçe’den Ana Doğu ve Batı Türkçesi’ne kadar geçen zamanı da hesaba katarsak, bu devreden zamanımıza kadar geçen 5500 yılın ikiye katlanması mümkündür. Bugün yaşayan Dünya dilleri arasında, en eski yazılı belgelere sahip olan dil, Türk Dili’dir.” (s.49).

Değerli dilcimiz Prof. Dr. Osman Nedim Tuna’nın Türkçe’nin en az 11 bin yıllık olduğu düşüncesi çok gerçekçidir. Sümerlerin tarihini inceleyecek olursak, günümüzden 5 bin 500 yıl önce okulları olduğunu ve bu okullarda çocuklara eğitim verdiklerini görürüz. Çocuklara eğitim verecek kadar gelişmiş bir dilin yeni olduğunu düşünmek, akla da aykırıdır. Ayrıca, Asya ve Avrupa’da bunu ispatlayan yüzlerce Türk yazıtı vardır. Birkaç örnek verecek olursak; Bilimsel analizler sonucu; Romanya Vinça -Tartaria yazıtı 7300, Fransa Vichy-Glozet yazıtı 4500, Almanya Weser nehri civarında bulunan hayvan kemikleri üzerindeki yazılar 4730 yıl öncesine tarihlendirilmiştir. Bu yazıtların hepsinin yazıları da Türk (Orhun) harfleriyle yazılmıştır. Latin harflerininde, Etrüks Türk alfabesinden türetildiği düşünülmektedir. Aksi mümkün değil, çünkü binlerce yıllık Türkçe yazıtlar tüm Avrupa ve Asya’da bulunurken, Latin alfabesi henüz çok yeni ve Avrupa’nın belli bir bölgesinde doğmuş ve yayılmıştır. Bu konuyu değerli dilbilimcimiz M.Ünal Mutlu, Türk Tarih Kurumu’nun 2007 yılında Bodrum’da düzenlediği ‘Etrüksler’ sempozyumunda çok açık belirtmiştir. “Batı dünyasının kullandığı alfabe özünde bir Etrüks alfabesidir” (s.119).

Türk yazısının yayılış sahasını, değerli araştırmacımız Yrd. Doç. Dr. İsmail Doğan, Türk Dil Kurumu tarafından 2000 yılında basılan “Kafkasya’da ki Göktürk (Runik) İşaretli Yazıtlar” isimli kitabında şöyle anlatmaktadır: “1800’lü yılların sonuna doğru ilim aleminin aleminin dikkatini çeken Göktürk Yazısı (yada Eski Runik Yazısı) üzerine yapılan araştırmalarda artmıştır. Runik şekilli yazıların odaklandığı buluntu merkezleri Transilvanya, Kuzey İtalya, Fransa, Doğu Avrupa Ülkeleri, Kırım, Kafkasya, İdil-Ural Havzası, Altay-Sayan Fağları, Lena Nehri Havzası, Gobi Çölü ve çevresi, Hazar Denizi ve Baykal Gölü arasındaki Ortaasya ve Güney Sibirya bozkırlarıdır. Bu bölgeler aynı zamanda, Hun, Avar, Bulgar, Suvar, Hazar, Göktürk, Peçenek, Kıpçak, Uygur, Kırgız, Karahanlı gibi Türk boy ve devletlerinin hükümran olduğu sahalardır. Türkler, Orta Asya, Güney Sibirya, Volga ve Kafkasya bölgelerine sahip olmuşlardır. Eski Türkçe anıtlar da Orhon, Yenisey, Talas, Doğu Türkistan, Peçenek, Tuna, Volga-Don, Sekler, Kafkasya ve Macaristan sahalarında yoğunlaşmaktadır. (s.1)

Lehçe olarak baktığımızda ise; Bugüne kadar tespit edilen Türk dil ve lehçelerinden; 16 adet ölü ve 25 adet yaşayan olmak üzere 41 adedi, Türk Tarih Kurumu tarafından Bodrum’da 2007 yılında düzenlenen “Tarihten bir kesit Etrüksleré isimli sempozyum da Akile Gürsoy tarafından açıklanmıştır. Ölü olanlar: ÖLÜ OLANLAR; İlk Türkçe, Ana Türkçe, Ana Oğuzca, Ana Bulgarca, Eski Türkçe, Çağatayca, Eski Anadolu Türkçesi, Eski Uygurca, Harezim Türkçesi, Karahanlı Türkçesi, Kıpçakça, Kuban Bulgarcası, Orhon Türkçesi, Osmanlıca, Tuna Bulgarcası, Volga Bulgarcası. YAŞAYANLAR: Altayca, Azeri Türkçesi, Başkurtça, Çuvaşça, Fu-yü Kırgızcası, Gagauzca, Hakasça, Halaçça, Horasan Türkçesi, Karaçay-Balkarca, Karayca, Kazakçal, Kırgızca, Kırım Tatarcası, Kumukça, Nogayca, Özbekçe, Salarca, Sarı Uygurca, Tatarca, Tuvaca, Türkiye Türkçesi, Türkmence, Yakutça ve Yeni Uygurca.

Gelelim Osmanlıca’ya…

Arapça, Farsça ve Türkçe’nin karışımından yapay bir dil olarak türetilen Osmanlıca, Arap harfleri ile uydurulan bir yazı dilidir. Türkçe’nin anlaşılması güç, bozuk bir konuşma şeklidir. Osmanlıca, saraya ait bir dildi. Osmanlılar zamanında bile Türklerin hepsi tarafından ne yazılmış, ne de konuşulmuştur. Sadece yazışmalarda ve Divan edebiyatında kullanılmıştır. Zorunlu Osmanlıca isteyenlerin amaçları, bugün kullandığımız alfabeyi Arap alfabesine çevirmek ve eğitimi Arapça yapmaya hazırlıktır. Ardından bütün okullar imam hatip yapılacaktır. Hatta, medreselerdeki eğitim bugünkü okullara taşınacaktır. Medrese eğitimi ile, kız - erkek birlikte eğitime son verilecek ve siyasal İslam’ın simgesi türban tüm kadınlara zorunlu olacaktır. Resmi evlenme yaşı da kızlarda 14' e inecektir.

Ayrıca, kuran harfleri değil Arapça. Kuran harfleri denilirse Arapçaya bir kutsallık yüklemiş oluruz. Mukaddes kuran Arapça geldi diye Arapça kutsal değildir. Sorarım sizlere Kuran-ı Kerim kaç ayrı dile çevrildi. O zaman Arapça hariç diğer Kuranları da yakalım. İslama aykırı olan her şeyi eleştiririm. Kurana ait olmayan. Din tüccarları ile benim derdim. Millet dedikleri Türk milleti. Arapça bizim milletimizin dili değil. Arap alfabesi de Türklerin alfabesi değil. Asıl Arapça ile millet başkalaştı yüzyıllardır. Arap - Fars zihniyeti ve yaşam biçimi yani Türk'e ait olmayan hatta İslam dışı ne varsa bu yüce milleti perişan etti. Arapçada bunlardan birisidir. Ben Türküm. Harf inkılabında da konuşulan dile en uygun alfabe getirildi ve adı da Latin değil Türk alfabesidir. Çünkü Latin alfabesinin kökenin de Türkçe harfler var. Osmanlıca diye bir dil yok. Keşke olsa. Arap harfleri ile konuşulan Türkçeyi yazma o. Yunan alfabesi ile ortodoks Karaman Türkleri de yıllarca yazı yazdılar. Hatta asıl Osmanlıca odur. Çünkü Selçuklulardan evvel de Anadolu da kullanılan en eski Türkçenin yazıya dökülmüş halidir.

Son olarak, diyeceğim, yüce Atatürk Arapça’dan bizim dilimizi kültürümüzü kurtararak en eski Ön Türkçeye kadar araştırma yapılması gerektiğini göstermeye çalışmıştır. Türkçenin epistemolojisine ancak böyle inilir demiştir. Bu da batılılaşma değil tam aksine öze dönmedir. Batılılaşma olsaydı. İngilizce veya Fransızcayı kullanırdık. Hatta sömürgeci batılılar Atatürk' ün devrimlerini ulus-devlet kurulup, tüm batının emperyalist oyunları bozulacak diye hiç istemediler. Siyasal islamcıların göremediği olay bu. Batılılar dedikleri müslümanı bugünkü Irak, İşid veya Taliban gibi perişan halde kafa kesen vahşet ile bir göstermek istiyorlar. Kadınları köle olan, bilgisiz cahil toplumlar olarak göstermek istiyor. İşte sırf bu yüzden bile yüce Atatürk İslama en büyük hizmeti devrimleri ile yapmış ve hem işbirlikçi yobazların hem de Batılı emperyalistlerin oyununu bozmuştur.