Türkiye-ABD ilişkilerinde bir doğal “en alt seviye” bir de doğal “en üst seviye olduğu, ama ne en alt seviyenin müttefiklik ilişkisinin sonlandırılmasını ne de en üst seviyenin iki ülke arasında gerçek anlamda ABD-İngiltere veya ABD-İsrail ilişkilerinde gördüğümüz “stratejik ortaklık” seviyesini içermediği değerlendirmesi hep yapılır.

Meşhur Johnson mektubu, ABD üslerinin kapatılması, haşhaş ekim krizi, Kıbrıs müdahalesi, ABD silah ambargosu, ABD helikopterlerinden PKK teröristlerine ikmal yapılması ile başlayıp ABD’nin uzun bir süredir PKK’nın Suriye uzantısı PYD ile müttefikliğine uzanan ve son zamanlarda da gerek F-35 ve S-400 krizleriyle Türkiye-ABD ilişkileri çok önemli testlerden geçmiş ve geçmektedir.

ABD Başkanı Joe Biden’ın 1915 olaylarını "soykırım" olarak nitelemesi de elbette ilişkilerde yeni ve çok önemli bir test olacaktır. Bu açıklamanın “reddedildiği” veya “yok hükmündedir” gibi romantik açıklamaların yanı sıra kısa bir süre içerisinde elbette Türkiye’den de karşı adımlar atılacak, ABD’nin canı acıtılmaya çalışılacaktır. Gerçi birçok analist Biden’in Türk onurunu ciddi inciten “soykırım” açıklamasının zaten gergin olan Türk-ABD ilişkilerinde daha fazla gerilime yol açmayacağını düşünmekte ise de, duruma biraz daha genelden bakmakta yarar vardır.

Soruna bazılarının “Biden’in bunaklığı” ile küçümseyen bir yaklaşım nasıl yanlış ise “ABD Soykırım dedi, yandık bittik” gibi karamsar bir yaklaşım da uygun değil. Gelinen noktaya değişen uluslararası siyasi konjektür, Türkiye’nin dış politika hedefleriyle müttefiklerinin hedeflerinin tam örtüşmemesi, özellikle Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Libya, Suriye, irak konularına bakıştaki zıtlaşmalar Türkiye’yi yalnızlaştırdı. Neredeyse yarım yüzyıldır Türkiye ile destek ve dayanışma içerisinde olan başta Yahudi lobisi gibi önemli Türk dostları bu süreçte ciddi farklı bir pozisyona konumlandı.

Uluslararası ilişkilerde “kadim çıkarlar” önemli olması gerekir. “Ebedi dost, düşman yoktur, ebedi çıkarlar vardır” sözü şaka değil, uluslararası siyasetin en önemli temel taşıdır. Kıymetli yalnızlık ve “moral öncelikler” diyerek yaşanılan gerginlikler Türkiye’ye yönelik algı değişikliği doğurdu.

Önceki ABD Başkanı Donald Trump’ın hakaret dolu mektubuna diplomatik teamüller uyarınca eşit ağırlıkta bir cevap verilse belki de Biden’in bu küstah açıklaması gelmeyecekti. Elbette bu toprakların tüm insanları gibi Türkler ve Ermeniler dönemsel sebeplerin yol açtığı büyük acılar yaşadılar. Düşmanla işbirliği ve sair sebeplerden kaynaklanan tehcir, dönemin dağılan imparatorluğunun yeterli güvenlik sağlayamaması, Türk, Kürt, Ermeni çete saldırıları o kaotik dönemde her etnik gruptan insanımıza çok acı yaşattı. Çoğunluğun kaybı ve acısı çok ta olsa, azınlıkların acısı çok daha travmatik oldu. Nihayette Anadolu’yu terk eden, etme zorunda kalan her rengiyle Anadolu kaybetti, hepimiz kaybettik. Bugün bu acıyı anmak, karşılıklı empati kurmak ve hatta bir birimizden af dilemek yaraların sarılması ve ortak gelecek kurmak için şarttır.

“Ssoykırım” çok ciddi bir iddiadır. Karşılıklı katliamlar tabii ki olmuştur. Yaşanılan sürgün elbette ki çok ciddi bir vahşet idi. Ancak “dedem babama anlatmış, ninem anneme anlatmış” gibi söylentiler ile soykırım kanıtlanmaz. Dedem anlattı, ninem şöyle böyle dedi diyip duruyorsunuz. İyi güzel de, Türklerin dedeleri nineleri de Ermeni çetelerinin doğu Anadolu’da, Yunan askerlerinin ve çetelerinin batı Anadolu’da yaptığı zulmü, vahşiliği anlattı hep. Bu konu tarihçilerce ele alınmalıdır. 2009‘da ABD’nin de büyük gayretiyle imzalanan 1915 olaylarının “Tarafsız Ortak Tarih Komisyonu” çalışmasıyla araştırılması protokolleri maalesef Ermenistan Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi.

Ayrıca, Ortak Tarih Komisyonu kaç kişinin öldüğünü araştırmamalıdır. Kaç Türk, Ermeni ya da Kürt öldüğü değil, Osmanlı’nın resmî bir “soykırım kararı alıp almadığı, uygulamaya koyup koymadığının araştırılmalıdır.

Türkiye-ABD ilişkilerindeki bu yeni ve güçlü travma elbet geçecektir. Ancak, Biden’in 50 yıla yaklaşan siyasi kariyerini araştıranlar siyasi yaşamında, bırakın Türkiye’nin yanında durmayı, tarafsız dahi kalmadığını, her konuda Türkiye aleyhine liderlik yaptığını, inisiyatif aldığını göreceklerdir.

Bu konu iddia edildiği gibi Türkiye’ye karşı kullanılabilecek son koz değildir. Daha bunu atlatmadan Halk Bankası davası gibi yeni krizlerimizin geleceğinden ben oldukça eminim.