Enteresan günler. Bir Anayasa Mahkemesi kararı nedeniyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye devletleri olmasa da, Türkiye hükümeti ve KKTC muhalefetiyle ciddi bir “egemenlik” ve “hukukun üstünlüğü” gerginliği başladı.

Krizin arka planında yetersiz bilgilenme olduğu anlaşılıyor. Yetersiz bilgilenme ile en üst düzeyden, biraz da tehdit dolu bir tarzda Türkiye’den tepki gelmesi biraz da oldukça hassas bir dönemden geçilmesinin de katkısı var. 27-29 Nisan tarihlerinde Cenevre’de adanın üç garantör ülkesinin, adadaki iki toplumun ve BM genel sekreterinin katılacağı 5+1 gayrı resmi Kıbrıs konferansı toplanacak. Kıbrıs Türk tarafı toplantıda iki bölgeli, iki toplumlu federal çözümün geçmiş görüşme turlarında belli olduğunu, artık “egemen eşitlik” temelinde “iki devletli çözüm” hedefini resmen önermeye hazırlanıyor.

Türkiye ile eskiden beri problemli olan Kıbrıs Türk solu, KKTC’yi tanıyan tek ülkenin bile Kıbrıs Türk egemenliğine saygısı yoksa, Kıbrıs Türk Anayasa Mahkemesini “hizaya sokma” talebi gelebiliyor ise, Rumlara eşit egemenliği, siyasi eşitliği nasıl kabul ettirilebilir görüşüyle konuyu tümüyle siyasi alana çekmeye çalıştı. Halbuki Kıbrıs Türk solu bu kez Türkiye’den gelen eleştirilere itirazda tek başına değildi. En az sol muhalefet kadar, merkez ve liberal sağdan da itiraz sesleri yükseldi.

Konu birkaç temel yanlış anlama sonucuna dayanıyor. Öncelikle, Anayasa Mahkemesi kararının laiklikle veya kuran kurslarının kapatılmasıyla alakası yok. Zaten dava da laiklik düşünülerek açılmış değil, davayı açan imamların sendikası, Hizmet-Sen. 2018 yılında Din İşleri Dairesi kuruluş ve çalışma esaslarıyla ilgili yasa yapılırken Din İşleri Başkanı’na ve Yönetim Kurulu’na başkan yardımcısı atama yetkisi verilmiş. Mahkeme sınırsız, keyfi, ölçü ve kıstasa bağlı olmayan, objektif ölçüt içermeyen yetki tanıdığı gerekçeleriyle bu durumu anayasaya aykırı buldu. İkinci itiraz konusu ise Din İşleri Başkanlığına verilen “hafızlık belgesi” verme amaçlı eğitimler düzenleme görevi ve bu eğitimlerden mezun olanların imam olarak atanabilecekleri hususuydu. Kısaca, gerekli eğitimi görmüş ve imam kadrosunda hizmet verenlerin oluşturduğu Hizmet-Sen sendikası, esasları Din İşleri Başkanı ve yardımcısına bırakılan bir eğitimle yetersiz kişilerin imam atanabileceği endişesiyle itirazlarını yapmışlardı. Mahkeme de bu itirazı haklı buldu.

Niye Hizmet-Sen kamu istihdam şartlarının sorulmasına gerek olmadan hafızlık belgesi alanların imam olarak atanmalarına itiraz etmişlerdi? İtirazın sebebi hem ilkokul diploması bile olmayan yetersiz kişilerin hafızlık belgesiyle imam olabilmeleri hem de böylece “belli bir dini gruba bağlı” kişilerin kadroları doldurması endişesiydi. Bu eğitimin Din İşleri Başkanı ile yardımcısının değil Anayasanın öngördüğü gibi eğitim bakanlığının denetiminde ve sorumluluğunda yapılması istenmekteydi.

Elbette bu konu ne laiklikle ne de egemenlik konusuyla alakalıydı. Ama Türkiye’den kaynaklanan en üst perdeden AYM Başkanına “Laikliği öğrensin, yanlıştan süratle dönsün, dönmezse farklı adım atarız” tehdidi kadar, muhafazakar Türk basınında bir anda saman alevi gibi her yeri tutuşturan, Kıbrıs Türk halkını dinsiz, “Türkçe’den ziyade Rumca konuşan” ve hatta Kıbrıs’a vali göndererek “din dışı” Kıbrıs Türklerini “hizaya getirmek gerektiğini” dile getiren saçmalıklar gereksiz tansiyon sebebi oldular.

Halbuki bu Anayasa Mahkemesi kararının ne olduğu, kimler tarafından davanın açıldığı dikkate alınsa, bir bardak suda bu fırtına yaşanmayacaktı. Üstelik, eleştiri öncesinde İngiliz döneminden kalma Kıbrıs Türk devlet yapısında adalet sisteminin çok farklı olduğu da dikkate alınmalıydı.

KKTC’de adalet bakanı yoktur. Başsavcı tabii ki usulünce devlet başkanınca atanır, ama devlet başkanı dönemi tamamlanamadan onu görevden alamaz. Ne cumhurbaşkanı ne de hükümet gerek alt gerekse de üst mahkemelere talimat veremez, vermeyi de düşünemez. Bu açıdan adalet sistemi özerk de değil, tamamıyla siyasetten bağımsız ve siyasetin üstündedir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tabii ki başka bir ülkeye benzemez. Kıbrıs Rum devleti ile büyük benzerlikleri vardır; orada da adalet bakanı yoktur ama kilisenin eskiden beri Rum toplumu üzerinde ağır bir tahakkümü vardır. O açıdan KKTC, Kıbrıs Rum devletinden de çok daha kuvvetli hukukun üstünlüğü ilkesine ve dolayısıyla demokrasiye sahiptir.

Din eğitimi, kuran kursları da KKTC anayasasının emrettiği gibi eğitim bakanlığı sorumluluğunda ve kontrolünde yapılması keyfiliğin engellenmesi ve liyakatin korunması için de hayati önemdedir.