Özür dileyebilmek meziyettir derdi hocalarım ben orta eğitim sürecinde yaş ağaç misali ellerinde şekillenirken. İnsan beşer, şaşar demiş eskiler. Her yerde insan hataları olur. Geri kalmış ülkelerde, kötü, çıkarcı, yolsuz siyasetçiler varsa bile, isteye, bazen kandırılarak, çoğunlukla kandırarak hatalar olur yöneticiler seviyesinde de.

Cenevre ve Crans Montana süreçlerinde dönemin Kıbrıs Türk lideri Mustafa Akıncı Rum kesiminin istediklerini cömertçe verdi. Dahası, karşılık falan beklemeden toprakta ciddi ödün vermeyi kabul etti, daha da kötüsü, KKTC hükümetinin, Ankara’nın görüşünü almayı bile düşünmeden olası toprak tavizini gösteren bir de harita verdi, Kıbrıs Türk kontrolünde kalacak alanı adanın %28.2’ye düşmesini kabul etti. Hani “Anastasiades ne istedi de vermedim?” dese yakınsa hakkıdır Akıncı’nın. Rum liderin her istediği fazlasıyla verildi, ama o bir türlü evet diyemedi, anlaşma sağlanamadı.

Niye? O zaman da söylendi, şimdi de ikrar ediliyor. Anastasiades yönetimi şimdi adına “Altın pasaport olayı” dediğimiz bir utanç ağı içerisine yuvarlanmış, Avrupa Birliği bir ülke vatandaşı olmak isteyen “yabancıların” – bizim önde gelen bazı ailelerin Malta vatandaşı olma yarışı gibi – “uygun bir fiyat ve bahşiş” ile arzuları karşılanmaya çalışılmış. İddialara göre AB vatandaşlığı hakkı almak için yabancılar Kıbrıs Rum kesimi topraklarında 2.5 milyon Euro civarında “yatırım” yapmak zorunda idiler. Kasım 2020’de pek istemese de yasal soruşturma bir de AB’den gelen baskılar üzerine Anastasiades artık ortalığa düşen bu utanç verici vatandaşlık ticaretini ve nüfus suiistimalini durdurmak zorunda kalmıştı.

Şimdiye kadar Anastasiades hep yapılanın yasal olduğunu, kötü niyet olmadığını ama bazı yanlışlıklar olabileceğini söylüyordu. Nasıl olduysa bir yerlerden ilham mı geldi, utandı mı, geçen hafta durup dururken altın pasaport sürecinin 40 yıllık siyasi hayatının en acı verici olayı olduğunu söyleyiverdi. 2007-2020 arasında kaç kişi bu “altın pasaport” olayından yararlandı, kaç para rüşvet ödedi, dahası rüşveti kimler paylaştı henüz cevabı olmayan veya net cevaplandırılamayan sorular.

Bizim Niko’nun muhakkak bir bildiği vardır. Durup dururken böyle bir aşağılayıcı durumu yok yere kabul etmesi mümkün eğil. Ya bir yerden tehdit aldı, ya başka bir şey var saklamak istediği, böyle bir açıklama ile dikkatleri zaten kamuoyu ilgisinin azaldığı bu pasaport ayıbına getirmek istiyor. Yine de, Niko’nun “Tanrım beni affetsin” demeyip, açıkça özür dilemesi, hayatının en büyük siyasi hatası olarak tanımlaması önemlidir.

Özür dileyebilmek meziyettir

Orta okul ve lise yıllarında şanslı nesil öğrencilerden birisiydim. Hocalarımdan birisi Özker Özgür idi mesela. Erenköy mücahidi, Kıbrıs Türk sol hareketinin önderlerinden, bizler için ise mükemmel bir İngilizce öğretmeni olması yanı sıra, her sıkıntıda yanımızda bulduğumuz bir ağabey. Bir diğer hocamız ise Hasan Binatlı idi. O da milliyetçi görüşü ve “Tarihi ezberleyerek değil, özümseyerek öğreneceksiniz” sözleriyle o yaşlarda pek de hoşumuza gitmeyen tarih dersini sevdirmeye çalışıyordu.

“Avrupa’da anayasa fikrinin gelişimi”, Türk tarihi, coğrafya, kimya, biyoloji, matematik, mantık, müzik, İngilizce ve nefret ettiğim Fransızca derslerini niye alıyorduk? Çoğu öğrendiğimiz konu ile bir daha karşılaşmadık desem, herhalde yanlış olur. Özellikle Avrupa tarihi diye anayasa fikrinin gelişimini öğretmek herhalde çok isabetli bir karar olmalı müfredatı o zaman hazırlayanlar için.

Ancak, Maarif Koleji yıllarında fark ettirmeden hocalarımızın bizlere öğrettiği müthiş bir başka konuyu şimdi geriye baktığımda daha net görüyorum. Özür dileyebilme. Hangi ekonomik katmandan gelirse gelsin, tüm kolej öğrenceleri – okulun mayasından belki de – kısa sürede şımarma eğiliminde olurlar, her türlü hoyratlığı, yaramazlığı marifet sayarlardı o yıllarda. Elbette şımarıklık. Buluğ çağı taşkınlıkları. İstiklal marşı okunurken hafta başı ve sonunda, mesela, sıranın en sonundan çaktırmadan töreni yöneten hocanın başına küçük, ama rahatsız edici, çakıl taşı atmak, ya da sınıfa arkaları dönük tahtaya yazı yazmakta olan, özellikle erkek hocaların başlarına, erik zamanında çok gelişmemiş, yiyemediğimiz erikleri atmak… Nedense zevkli gelirdi o şımarık davranışlar bize. Ama, her defasında başına küçük çakıl taşı ya da erik gelen hocanın “Kim attı” sorusuna “Ben” diye birisi sorumluluğu üstlendiğinde, büyük bir hoşgörü ile “Özür dile oğlum/kızım. Özür dilemek, ve tekrar yapmamak önemlidir” denir, özür dilemeye teşvik edilirdik. Bir süre sonra zaten o haylazlıklar da yok olup gitmişti. Ancak, özür dilemeyi ve affetmeyi öğrendik o mükemmel hocalardan. Dahası, şimdi sıklıkla söylediğim “Hatayı, kabahati kabul etmek, düzeltmenin, hatayı gidermenin başlangıcıdır” anlayışını da onlardan öğrendim. Hepsine bir kez daha şükranlarımı sunarım.

Enerji meselesi

KKTC’de her alanda ciddi sıkıntılar olduğu ortada. Bir yandan Türkiye’den elektrik ağına bağlanılıp pahalı sıvı yakıt ile üretilen yerel santrallere alternatif oluşturulması, özellikle yaz aylarında iklimsel nedenler ve turistik tesislerin ihtiyacı nedeniyle artan enerji ihtiyacını sağlamaya bazı çevreler tepkisel yaklaşmakta, diğer yandan da enerji maliyetini düşürmeyi hedefleyen çalışmaları eleştiriyorlar. Maalesef sendikanın oyuncağı olmuş bir kamu elektrik sistemi var, özelleştirilmesini konulmak bile tabu vaziyette.

Santral yakıt ihaleleri, fiyat tartışmaları, siyaset-firma bağlantıları, kurumsallaşmış izlenimi veren rüşvet sistemi nedense kimsenin midesini bulandırmıyor, siyasi ikbal amaçlı parti içi kavgalarla kelle avına çıkılıyor.

Rum uşakları

“Rum sevici” tanımını kullanmama kızıyor bazı arkadaşlar. Haklılar, doğrusunu yazmak lazım. Bir taraftan da cinsiyet tercihi gibi algılanabilecek bir tanım ki kimsenin tercihi beni alakadar edemez. Ne dersiniz bu arkadaşlara “Ruhen Rum” desem bu kez de ilahiyatçılar kızar mı acaba?

Şimdi, “ruhen Rum” Doğuş Derya hanım buyurmuş geçen hafta. Türkiye’deki siyasi iktidar ve ortağı parti kendi siyasi planlarına uyduğu için Kıbrıs Türk halkının federasyona karşı olduğu ön kabulü ile kararlar üretiyor, Kıbrıslıları dışlıyorlarmış.

On yıllardır organik ilişki içerisinde oldukları Rum komünist partisi AKEL’in direktifleriyle hareket eden Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) içerisindeki hizip bu günlerde parti yönetiminde etkin değil. CTP halen federasyonu destekleyen iki önemli siyasi partiden birisi. Demokratik Toplum Partisi’nin oyunu CTP’ye katsak bile toplam %40’ı bulmaları mümkün değil. Üç gün önce Cumhurbaşkanı seçiminde federasyon karşıtı Ersin Tatar açıkça iki devletli çözüm duruşuna destek isteyerek %50’den fazla oyla seçildi. Sağda önemli bir grup Tatar’a destek vermedi ama onlar de federasyon karşıtı olduklarını açıkça ilan ettiler. Bu durumda federasyon karşıtı, iki devletli çözümü ya da konfederasyonu destekleyen seçmen %65’e yaklaşmakta.

Mesele kimin ne dediği değil, bizim ne istediğimiz

AB ne demiş, BM ne demiş, Rum kesimi ne demiş elbette önemli ama Kıbrıs Türk halkının istemi, Türkiye’nin duruşu net. 50 seneyi geçti o çok istenilen federasyon olamadıysa, kusura bakmasınlar, bir 50 yıl daha güya federal çözüm olacakmış gibi, görüşür gibi yapamayız. Ya olur, ya başımızın çaresine bakarız.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a mesaj göndermiş AB; “Aman ha kuzey Kıbrıs ziyaretinde sert konuşmayın!” demişler. Niye? Süreç akamete uğrarmış. Hangi süreç? Hani yeni bir süreç başlayacak ya…

Mesele kimin ne dediği değil, biz ne istiyoruz ve isterken nasıl bir duruş içerisindeyiz. Mesela, “Doğu Akdeniz’de haklarımıza dokundurtmayız” dedikten sonra aylardır niye araştırma gemileri bizim limanlarda demirli bekliyor, ya da Karadeniz’de görevde?